Ağır kervan durdu birden
Ömür köprüsünde.
Mavi sema,
Kara toprak,
Yarık yarık yarıldı.
Ölüm yoktur, ayrılık var
Yer üzerinde.
Sen mi bizden,
Biz mi senden ayrıldık?
Nebi Hazrî
"Gel! Gel berü ki, savm u salatın kazası var; sensiz geçen zaman-ı hayatın kazası yok." [Seyyit Nesimi] "İyi şiir, insan idrakini tatmin etmez; allak bullak eder." [Montaigne]
Gözlerin dokunuyor kalbime ey cefakâr
Öyle uzun bir hicran sundun ki hayatıma
Zehrini yudumluyor ruhum melankolini
Lambalar sırılsıklam gönlümde sönmesin yar
Ellerin ab-ı hayat, gülüşün yar, sesin yar
Rüzgâr mıdır, yağmur mu dumanlı bakışların
İrkiliyor durmadan bedenim, hülya mıdır?
Neş'eme ızdırabın çektiği perdesin yar
Umudumun maviye büründüğü yerde mi?
Mahulyam, ey şebnem edalım, nerdesin yar
Unutma ceylanların çölleri sevdiğini
Toprak neva sırrını ezberliyor göklerin
Renkler uğursuzluğu fısıldayıp duruyor
Ülfetim nevbaharı bekliyor, bilesin yar
Zarif bir düğüm gibi duruşun yar, sesin yar
Gülleri incinmesin masum dudaklarının
Aldırma, leylakların solduğuna içimde
Ruşenimsin ey canım, beyaz bir lalesin yar
Işığısın şehrayin kalıntısı ömrümün
Sensizim, avareyim; durmayıp gelesin yar
Esrarengiz şarkılar dinliyorum geceden
Neden ıslak bilmem ki, çehresi yıldızların
Mest ediyor ruhumu endamın, ey cefakâr
Eridim; ırmağına döküldüm; şulesin yar
Neden resimler gibi hercaidir sesin, yar
Ey deniz yürüyüşlüm, ey hüznümün kaynağı
Küskün ırmaklar bile benden daha mutludur
Şafakta billur olup, gönlüme giresin yar
Eski umutlarımın son bulduğu yerde mi?
Sihirli akşamların ülkesinde misin yar
İlkin şakayıkları okşayan parmakların
Nedense, kanatlanıp uçtu yalnızlığıma
Anladım aynaların seni kıskandığını
Yüzünün nakışını özledim bilesin yar
Şeydayım, efkârlıyım; duyup da gülesin yar
Efsunlu duygularla sarsılıyor benliğim
Hasretim ey cefakâr, süreyya gözlerinde
Ebedi nalân oldu gözyaşım; silesin yar
Pusatsız süvariler gibiyim yollarında
İntizarın alnıma vurduğu halesin, yar
Çeşmeler kurumaya yüz tutmuşsa içimde
İklimler lanetini kusuyorsa ötenin
Mahşere aralanan kapıdır şimdi zaman
Dil-rübasın, mümayiş sultanı, didesin yar
Ellerin ıtır dalı; duruşun yar sesin yar
Çakıyor yüreğimde şimşekleri ferdanın
Işık ol, perdesinden kurtar beni sevdanın
Nerdesin? Rüyada mı? Sanki mazidesin yar
Lalezarı solgundur melal yolculuğunun
Ilıksın, uykudasın, safsın, güzidesin yar
Yasaklara nigehban olma, ey mah-ı zemin
Orkideler seninle büyüsün bahçemizde
Rahmeti özümleyen bir bende-i numune
Olalım yeryüzünde, ey can, hep tazesin yar
Gurbetin lisanıdır gülüşün yar, sesin yar
Üflerken erdemini maveradan hicabın
Zümrüdüanka neden alev alev yanıyor
Ey enis-i mücella, sen ki, yelpazesin yar
Limanısın ruşenimin bela okyanusunun
Semadan damla damla inen firuzesin yar
Esirinim; ey nur-u nigahı, m, yakma beni
Sonsuzluğa seninle varalım, ey cefakâr
İliğime işledin; no'lur, bırakma beni
Nazlısın; nazarındır ufuklarımı saran
Ayrılık acısıdır damarlarımda kıvranan
Yorgunum, yaralıyım; no'lur, bırakma beni
Şahikasın; şavkınla tutuştu hücrelerim
Esirinim; ey nur-i nigahım, yakma beni
Nurullah Genç
Bu gün ol dilber-i rana
Benimle oldu hem-saye
Ki yüzü güneşe benzer
Latif kaşlarıdır aya
Beli ince, boyu uzun
Yüzü hubdur, sözü mevzun
Dili sihri okur efsun
Gönlümü verdi yağmaya
Benim gönlüm alan dilber
Yüzü hubdur, sözü enver
Güzeldir Allah-û Ekber
Ne güzel beslemiş daya
Dedim: Ey hubların şahı
Terrahhüm eyle billahi
Gönül ikliminin mâhı
Bu günü salma ferdaya
Dedim: Dilber lebin emsem
Olurdu derdime derman
Dedi: Vakti değil, ebsem
Düşersin ceng-ü kavgaya
Dedim: Dilber beni öldür
Gerek ağlat gerek güldür
Nesimi çün sana kuldur
Serini koymuş ortaya
Seyyit Nesimi
Ey hep bir kelime arayan kalbim
Sonra arayan tekrar arayan kalbim
Erdem Beyazıt
Bir an kayboldun gibi! yaşadım kıyameti
Yoruldun ama buldun ey kalbim emaneti
Yeniden su yürüdü dalıma yaprağıma
Bir bakışın can verdi kurumuş toprağıma
Çiçeğe durdu kalbim içtim parmaklarından
Göz çeşmem suya erdi sevda kaynaklarından
Bir aydınlık denizin sonsuz derinliğinde
Yüzüyorum gözünün yeşil serinliğinde
Bir ışık bir kelebek biraz çiçek biraz kuş
Yeni bir ülke yüzün ellerimde kaybolmuş
Soluğum bir kuş gibi uçuyor ellerine
Kapılıp gidiyorum saçının sellerine
Gözlerinden göğüme sayısız yıldız akar
Bir gülüşün içimde binlerce lamba yakar
Bir kurtuluştur o an çağrılsa senin adın
Sesin ne kadar sıcak sesin ne kadar yakın
Tabiat bir bembeyaz gelinlik giymiş gibi
Yüzüme kar yağıyor sanki elinmiş gibi
Sensiz geçen zamanı belli yaşamamışım
Sensizlik bir kuyuymuş onu aşamamışım
Bir yol buldum öteye geçerek gözlerinden
İşte yeni bir dünya peygamber sözlerinden
Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm
Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm
Erdem Beyazıt
I
Gidersin; yağmurlarda kırık kalır mızrabım.
Gidersin; ardından dilsiz bir ihanet gider.
Gidersin, her şey gider.
Gidersin, kalbimde bir tabur ayaklanır,
İlgilenmez ordular, hükümetler…
Gidersin; işte rezil bir an’dır bu.
Yazdıkça silinen sözcükler gibidir hayat.
Gidersin; bir hazin dramdır bu!
/Kanmadım aynalara sana kandığım kadar,
İçimde bir boşluk sana yandığım kadar…/
II
Bugün hasretin kırlarında dolaştım;
Senin adınla,
Aşkın adıyla
Savrulup aktım o ırmaklardan.
Irmakları çöllerle,
Çölleri denizlerle,
Denizleri düşlerle buluşturdum…
Sustum kaldım sonra günleri savuşturdum...
/Ne ses ne nefes ne de bu rüzgâr bağışlar seni;
Simsiyah gecelerde budanırken ah ömrüm,
Dönüp sırtını giderken kimler karşılar seni?/
III
Sen olmayınca sesin de yoktu, gözlerin de;
Bu yüzden odama resmini yaptım,
Ve söküp kalbimi yanına astım.
Sensiz geçen yılları da ben buruşturdum.
Kalbim hasretinde asılı kaldı,
Yetim kalmış anıları ben tokuşturdum…
IV
Daha bu solgun günlerde aşk,
Yaşanır
Sözde!
Kalp,
Yitik bedende;
Yağmur değil, sanki efkâr yağıyor kente…
/Kanmadım aynalara sana kandığım kadar,
İçimde bir boşluk sana yandığım kadar.../
Yılmaz Odabaşı
İkisi de çok sevmişti kızı,
İkisi de birbirinden hayran…
Biri İstanbul biri Süleyman
Kız ikisini de sevemedi.
Sonra özgür bıraktılar kızı,
Arkasına bakıp son kez güldü.
İstanbul sınırlarında öldü;
Kız fazla uzağa gidemedi.
Hem sevemedi hem gidemedi…
Süleyman Aras
Aldım başımı geldim yine:
Eski rüzgârlardan arta kalmış kendimle
Denilmiş ve denilecek bütün sözlerimle
Martılar konuyorken inmiş süngüme,
Aldım başımı geldim yine.
Kül vaktinde doğup yeniden ölmeye…
Titrek alevlerin yaktığı seslerimle
Düşüyordum kimselerin gölgelerinde
Yenik sensizliğimde alelacele
Aldım başımı geldim yine.
Yeniden alıp başımı gitmeye...
Kenan Bıyıklı
Bugün heç bilmirem.
Ne üçün,
Neden,
Sema da mavidir,
Toprak da mavi.
Görürem dünyanı başka rengde men,
Ağaç da mavidir,
Yaprah da mavi.
Esir haradansa serin külekler,
Dağdan mavi mavi
Duman sürünür…
Mavi kepenekler,
Mavi çiçekler,
Mavi çemenlerde gaşeng görünür.
Sulara yel deyir,
Sular titreyir
Yerin de menim tek böyük sırrı var
Sanki efsânevî, nağmeler deyir,
Mavi sahillere,
Mavi dalğalar.
Rengi bambaşkadır
Çölün, düzün de.
Mavi şafaklardır çilenen yere.
Uçur göyüzünde
Bu mavi günde
Mavi teyereler maviliklere.
Men belke bilirem:
Ne üçün,
Neden,
Dünyanın gündüzü mavileşipdir?
Belke de sen mavi
Geyindiğinden
Yerüzü
Göyüzü
Mavileşipdir.
Ele bil senin tek bezenip âlem?
Sema da, toprak da
Sanki mavidir!
Belke boşbahtların hoşbahtı menem,
Belke seadetin rengi mavidir.
Nebi Hazrî
Yüce dağlar bizi bizden ayırmış,
Arkasını göremeyiz sevdiğim.
Ferhat bir zamanlar delmiş diyorlar;
Dağ bir değil! Delemeyiz sevdiğim.
Baban maaşıma harçlık diyormuş,
Anan on binlerce başlık diyormuş,
Kısacası bu iş olamıyormuş,
Bir araya gelemeyiz sevdiğim.
Dağ bir değil demiş idim önceden,
Bilen bilir, payın alır bu sözden,
Dünya şahit olsun biz bu gidişle(n),
Ahrette de gülemeyiz sevdiğim.
Tanrım ahrette de varsa bu dağlar,
İçim yanar, bağrım yanar, kan ağlar.
Dört kitabın hangisine bu sığar?
Bunlar sırdır bilemeyiz sevdiğim.
Karasevda yazılmıyor kâğıda,
Günler asır gibi gelir Nihad'a!
Ölüm bu hayattan iyi olsa da
Elde değil ölemeyiz sevdiğim!
Nihat Dalay