Bir Garip Orhan Veli

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

İstanbul'da Boğaziçi'nde
Bir garip Orhan Veli'yim
Veli'nin oğluyum
Tarifsiz kederler içindeyim

Urumeli Hisarı'na oturmuşum
Oturmuş da bir türkü tutturmuşum

İstanbul'un mermer taşları
Başıma da konuyor martı kuşları
Gözlerimden boşanır hicran yaşları
Edalım...
Senin yüzünden bu halim.

İstanbul'un orta yeri sinema
Garipliğim, mahzunluğum duyurmayın anama
El konuşurmuş, görüşürmüş bana ne

Sevdalım...
Boynuna vebalim

İstanbul’da, Boğaziçi’ndeyim
Bir garip Orhan Veli’yim


Orhan Veli Kanık

Üçüncü Şahsın Şiiri

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Gözlerin gözlerime değince
Felâketim olurdu ağlardım
Beni sevmiyordun bilirdim
Bir sevdiğin vardı duyardım
Çöp gibi bir oğlan ipince
Hayırsızın biriydi fikrimce
Ne vakit karşımda görsem
Öldüreceğimden korkardım
Felâketim olurdu ağlardım

Ne vakit maçka'dan geçsem
Limanda hep gemiler olurdu
Ağaçlar kuş gibi gülerdi
Bir rüzgâr aklımı alırdı
Sessizce bir cıgara yakardın
Parmaklarımın ucunu yakardın
Kirpiklerini eğerdin bakardın
Üşürdüm içim ürperirdi
Felâketim olurdu ağlardım

Akşamlar bir roman gibi biterdi
Jezabel kan içinde yatardı
Limandan bir gemi giderdi
Sen kalkıp ona giderdin
Benzin mum gibi giderdin
Sabaha kadar kalırdın
Hayırsızın biriydi fikrimce
Güldü mü cenazeye benzerdi
Hele seni kollarına aldı mı
Felâketim olurdu ağlardım


Attila İlhan

Gazel

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Zannederdim aşkımı bir şûha bağlarsam geçer,
Yâr eliyle yâremi bir kerre dağlarsam geçer,
Bitmiyor âh-ü figanım bülbül-i şeydâ gibi
Geçmiyor gülmekle hüznüm, belki ağlarsam geçer!


Rüştü Büngül

Gazel

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Süzme çeşmün gelmesün müjgan müjgan üstüne
Urma zahm-ı sineme peykan peykan üstüne

Rize-i elmas eker her açtığı zahme o şuh
Lutfu var olsun ider ihsan ihsan üstüne

Dilde gam var şimdilik lutfeyle gelme ey sürur
Olamaz bir hanede mihman mihman üstüne

Yardan mehcur iken düşdük diyar-ı gurbete
Dehr gösterdi yine hicran hicran üstüne

Hem mey içmez hem güzel sevmez dimüşler hakkına
Eylemişler Rasih'e bühtan bühtan üstüne


Rasih

Ağlamak İçin Gözden Yaş mı Akmalı?

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?
Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?
Sevmek için güzele mi bakmalı?
Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?
Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?
Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?
Hırsızlık; para, mal mı çalmaktır?
Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?
Solması için gülü dalından mı koparmalı?
Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?
Öldürmek için silah, hançer mi olmalı?
Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?


Victor Hugo

Seni Seviyorum Ağır Cümledir

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

"Seni seviyorum" ağır cümledir.
Herkese söylenmez.
Bazen yıllarca aranır,
Bazen yıllarca beklenir o bir çift söz için.
Dili yakar,
Dudağı yakar,
Bedeni kavurur, lime lime eder.
Velhasıl yürekli işidir.
Bir ömür pahasına,
Bir defa söylenir
Keşke bana günde bin defa söylemeseydin,
Ve sonra
Her bedene uygun bir hırka gibi
Önüne gelene
Giydirmeseydin...


Cahit Deniz

Derd

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Her şeyi bıraktım da
Gemileri yaktım da
Geri dönüş yok şimdi…
Düştüm aşkın derdine.
Geri dönüş yok şimdi.

Seninle ve benimle
Sen olan düzenimle
Aşk içindi o düzen…
Peki, aşkın derdi ne?
Aşk içindi o düzen.

Aşkı derd edenlere
Derd edip gidenlere
Neydi o yalnız gitmek?
Onmaz, ince derd ine!
Neydi o yalnız gitmek?

Dilim der: “Sevinmeye…
Derdleri hiç dinmeye!”
Fakat çok acır içim…
Gönlüm içten der: “Dine!”
Fakat çok acır içim!

“Yeter felek!” dedikçe,
Biilaç inledikçe,
Felek, Sağır Sultanmış…
Umursamaz derdi: “Ne?”
Felek, Sağır Sultanmış.

Süleyman Aras

Yeniden Merhaba Diyeceğim*

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

* Çeviren: Cavit Mukaddes

Yeniden merhaba diyeceğim güneşe
Gövdemde akan nehirlere
Bulutlar gibi uzayıp giden düşünceme
Benimle birlikte kuru mevsimlerden gecen
Bahçemdeki ağaçların hüzünlü büyümesine
Gecenin kokusunu hediye eden kargalara
Yaşlılık biçimim olan ve aynada yaşayan anneme
Tekrarlanan şehvetimle döllenen yeryüzüne
Yeniden merhaba diyeceğim
Geliyorum, geliyorum, geliyorum,
Saçlarımla: Yeraltı kokularının devamı
Gözlerimle: Karanlık tecrübesiyle
Dallarımla: Duvarların ötesinden kopardığım
Geliyorum, geliyorum, geliyorum,
Ve aşkla dolu avluda bekleyen kıza
Yeniden merhaba diyeceğim.


Furuğ Ferruhzad

VI*

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

* Çeviren: Ahmet Cemal

Ders alınmıştı aşk konusunda,
On bin kitabın yardımıyla,
Çok az değişebilen jestlerin
Deneyimiyle öğrenilmişti.

Açılmıştı aşkın sırları
Ama ilk kez burada
Lavlar aktığında aşağı
Ve soluğu yaladığında bizi
Dağın eteklerinde,
Sonunda tükenen krater
Bu kapalı bedenlerin
Anahtarını verdiğinde.

Girdik ilence uğramış odalara
Ve karanlığı
Parmak uçlarımızla aydınlattık.


Ingeborg Bachmann

Anna Ahmatova

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Siyah tülün altında sıktım elini…
“Bugün neden büründün bu solgunluğa?”
İçirdim ona buruk kederimi,
Sarhoş ettim sızdırasıya.

Nasıl unuturum, yalpalayarak çıktı gitti.
Eğri bir acı konmuştu ağzına.
Korkuluklara değmeden merdiveni indim,
Ardından koştum avlu kapısına.

Soluk soluğa bağırım: “Şaka,
Tüm bu olanlar. Gidersen beni öldürürsün.”
Güldü tüyler ürperten bir rahatlıkla
Ve dedi: “Rüzgârda durma üşürsün.”


Anna Ahmatova

Aşk Şarkısı

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Burada yatmış seni düşünüyorum:

“Aşkın gerginliği
Abanıyor dünyaya!
Sarı, sarı, sarı
Kemiriyor yaprakları,
Safrana boyuyor
Boynuz boynuz dalları
Olanca ağırlığıyla yaslanan
Düzgün mor bir göğe!
Hiç ışık yok
Sadece bal kıvamında bir leke
Damlamakta yapraktan yaprağa
Gövdeden gövdeye
Bozarak renklerini
Tüm dünyanın”

Çok uzaksın oradasın altında
Batının şarap alı kıyısının!


William Carlos Williams

Aşka Bahane

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

“Kalbim neden var? ” dedim.
Et parçası olduğu kadar,
Bir boşluktu içimde.
Yeri dolmamıştı sevginin.
Bu boşluğu doldurmak istedim;
Seni sevdim.
Öyle doldurdun ki dünyamı, taştın!
Taştı sevgin üstüme,
Senin içinde kaldım.

Aşk doldum, sevgi doldum, hayat buldum,
Yaşamak için sebep buldum.
Sen kaldın diye benim içimde,
Ebedi kalmak istedim senin içinde
Bu sevda için kaldım dünyada,
Senin için de kaldım.

Süleyman Aras

Var Yok Arası

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Bir varmış, bir yokmuş diye başlamış masal.
Var olan bir gerçekten yokluğa yol almış durmadan
Tutmuş atmış kollarından güzelim duyguyu
Az gitmiş, uz gitmiş
Azlıkla karışık bir gülümseme
Çokluk gözyaşı halindeymiş
Almış eline bir siyah günü
Takmış koluna karaları
Beyaz atlı vuslatın yollarına düşmüş.
Düşmüş düşmesine de
Hiç bilen, gören çıkmamış…
Dere tepe düz giderken
Yedi başlı bir ejderha görmüş alevler fışkıran yüreğinden
Sormuş - nedir bu halin? Nedendir bu alevin?
- Sorma halimi demiş ben bir derde düştüm ki
Bir selvi geçti seneler önce önümden
Hançeri dağlar beni, alevim ellerinden.
Gözyaşını serpmiş dağlara, yollara, yıllara.
Oturmuş bir ağacın gölgesine
- Bak demiş yakma kendini böylesine
Bırak, kulak asma sen bu alevlerin sesine
-Yapamam demiş yanan yürek, yapamıyorum
Onun bakışını içimden atamıyorum…
Tutturmuşlar bir yol,
Gitmişler
Gitmişler
Mevsimlerin hepsi güz gitmişler,
Onlar beyazı ararken sarı hüzün yollarını kesmiş.
- Verin bir kese ağıt bakarız çaresine demiş.
Yürek vermiş hüznün ellerine bir dolu gözyaşını
Belki çare bu demiş dindirir acımı.
Yürek inanmış, o günden sonra hüzün ne derse yapmış
- Kara bağla demiş, bağlamış
- Uyumak yok, madem yandın.
Uyumamış…
Her yeri alev almış
Örtmüş üstüne geceyi
Alevler iyice harlanmış
Yanmış, yanmış kor olmuş.

Yürek artık kurtulamazmış
Dayanamamış hüzne yalvarmış
- Ver aldıklarını… yetiştir artık bana beyaz atlı vuslat…
Hüzün sinsi sinsi gülmüş
- Olmaz, veremem kurtuluş yok ellerimden
Yanacaksın en derinden
Ve…
Kaybolmuş gecenin karanlığında
Yanan yürek hüzne kaptırmış gözyaşını
Bulamamış beyaz atlı vuslatı
İşte o gün bugündür
Hala yanarmış, ağlarmış.
Yüzü hiç gülmemiş.
Bu masal da burada bitmemiş.

Gökten üç nokta düşmüş.
Biri yakana
Biri yanana
Biri de


Sevva

Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman I

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Dilimde sabah keyfiyle yeni bir umut türküsü
Kar yağmış dağlara, bozulmamış ütüsü
Rahvan atlar gibi ırgalanan gökyüzü
Gözlerimi kamaştırsa da geleceğim sana
Şimdilik bağlayıcı bir takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Ay, şafağa yakın bir mum gibi erimeden
Dağlar çivilendikleri yerde çürümeden
Bebekler hayta hayta yürümeden
Geleceğim diyorum, geleceğim sana
Ne olur kesin bir takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Beklesen de olur, beklemesen de
Ben bir gök kuruşum sırmalı kesende
Gecesi uzun süren karlar-buzlar ülkesinde
Hangi ses yürekten çağırır beni sana
Geleceğim diyorum, takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Bu şiir böyle doğarken dost elin elimdeydi
Sen bir zümrüd-ü ankaydın, elim tüylerine deydi
Sevda duvarını aştım, sendeki bu tılsım neydi?
Başka bir gezegende de olsan dönüşüm hep sana
Kesin bir gün belirtemem, n`olur takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Eski dikişler sökülür de kanama başlarsa yeniden
Yaralarıma en acı tütünleri basacağım ben
Yeter ki bir çağır beni çiçeklendiğin yerden
Gemileri yaksalar da geleceğim sana
On iki ayın birisinde, kesin takvim sorma bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Bak işte, notalar karıştı, ezgiler muhalif
Hava kurşun gibi ağır, yağmursa arsız
Ey benim alfabemdeki kadîm Elif
Ne güzellik, ne de tat var baharsız
Güzellikleri yaşamak için geleceğim sana
Geleceğim diyorum, biraz mühlet tanı bana
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.

Ihlamurlar çiçek açtığı zaman
Ben güneş gibi gireceğim her dar kapıdan
Kimseye uğramam ben sana uğramadan
Kavlime sâdıkım, sâdıkım sana
Takvim sorup hudut çizdirme bana
Ben sana çiçeklerle geleceğim
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman.


Bahaettin Karakoç

Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman II

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Bilirsin ki burda değilim artık
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman!
Gelir benim yüreğimde toplanır,
Dağların üstünden sıyrılan duman.
Bir yanım mosmordur, bir yanım beyaz,
Bir yanım karakış, bir yanım ilkyaz.
Can evime bakışların saplanır;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman!

Ihlamurlar çiçek açtığı zaman;
Ne sen gurbetçisin, ne ben sılacı.
Senden gayrısına bakmam mümkün mü;
Gözlerimi esir alan dağlardan.
Kapımı üç defa çalan postacı
“Adresinde yok! ” diye notlar düşer,
Eski adresimde bir hüzün eser;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman!

Eski adresimse kurumuş bir gül,
Gizemli bir ıtır, domur domur kan,
Yaba yaba yelde savrulur gönül,
Firkatli turnalar geçer uzaktan.
Dalgınlığım debimetre tanımaz,
Başım çarpar bir gemi bordasına
Düşerim bir girdabın ortasına
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman!

Birden bezeklenir sevda haritam,
Ihlamurlar çiçek açtığı zaman...
Lâleler toplarım ben tutam tutam,
Bizim için çalar kıvrak bir keman.
Gök papatya, yer ise lâle bahçesi,
Aşka ışık dokur kuşların sesi.
Seninle hep aynı yerde oluruz;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman!

Kumaşı eprimiş üç mevsim geçer,
İlkyazla uyanır derin uyuyan.
Tan sesine cıvıldaşır serçeler,
Sevdadır anlıma namlu dayayan.
Havuzuma ay ışığı dökülür.
Bilirsin ki burda değilim artık,
Ruhum yağmur yağmur göğe çekilir;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman!

Gülde çiy damlası... Buzum sırçayım;
Güneşe çarpınca param parçayım.
Bir gün Emirgân’dayım, bir Kanlıca’da,
Üsküdar’da, Beykoz’da, Çamlıca’da.
Şehir bir hançerken kan burgacında.
Mekâna sığar mı bu deli yürek?
Bir sevda çeşmesi, bu deli yürek.
Baylanır, beklerken baygın düşerim;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman!


Bahattin Karakoç

Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman III

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Saçlarına pütür pütür yapışmış,
Gözlerinin rengi ile sıvanmış
Bir avuç kuru çiçek topladım.
Kırılıp dökülmesinler diye
Sevgiyle, özenle tek tek topladım.
Yürek fideledim zamana ve mekâna,
Hasat vakti geldi yürek topladım.
Belli ki bu yıl da vuslat gecikecek
Aşıdır, serumdur, besindir her umut,
Ey sevgili umudunu diri tut!
Bedenim hür değil, mühlet ver bana,
Er veya geç çıkıp geleceğim sana;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman!

Mevsimi geçiyormuş, geçsin varsın,
Hep böyle dönüyor zaman tekeri.
Biri gider, biri gelir mevsimlerin,
Sonsuzluğu, diri aşklarla kucaklarsın.
Acılardan damıtırsın şekeri,
Sabrı da güzel olur çeyizi hazır kızların.
En ışıltılı çağında yıldızların
Kaç bıldır öteden göz kırpar bana,
Her umut bir yoldaş, her dert âşina.
Sorma ıhlamurlar ne zaman çiçek açar?
Beni güneşin ortasına atsalar da
Yanarım, pişerim, gelirim sana;
-Ihlamurlar çiçek açtığı zaman!


Bahattin Karakoç

Sana, Bana, Vatanıma, Ülkemin İnsanlarına Dair

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

''Telgrafın tellerini kurşunlamalı''
Öyle değildi bu türkü bilirim
Bir de içime
-Her istasyonda duran sonra tekrar yürüyen-
Bir posta katarı gibi simsiyah dumanlar dökerek
Bazen gelmesi beklenen bazen ansızın çıkagelen
Haberler bilirim mektuplar bilirim.

Gamdan dağlar kurmalıyım
Kayaları kelimeler olan
Kırk ikindi saymalıyım
Kırk gün hüzün boşaltan omuzlarıma saçlarıma
Saçlarının akışını anar anmaz omuzlarından
Baştan ayağa ıslanmalıyım
Gam dağlarına çıkıp naralar atmalıyım.

İçimde kaynayan bir mahşer var
Bu mahşer birde annelerinin kalbinde kaynar
Çünkü onlar yün örerken pencere önlerinde
Ya da çamaşır sererken bahçelerinde
Birden alıverirler kara haberini
Okul dönüşü bir trafik kazasında
Can veren oğullarının.

Bir de gencecik âşıkların yüreklerini bilirim
Bir dolmuşta yorgun şoförler için bestelenmiş
Bir şarkıdan bir kelime düşüverince içlerine
Karanlık sokaklarına dalarak şehirlerin
Beton apartmanların sağır duvarlarını yumruklayan
Ya da melal denizi parkların ıssız yerlerinde
Örneğin Hint Okyanusu gibi derin
İsyanın kapkara sularına dalan.

Nice akşamlar bilirim ki
Karanlığını
Bir millet hastanesinde
Dokuz kişilik kadınlar koğuşu koridorunda
Başını kalorifer borularına gömmüş
Beyaz giysilerinden uykular dökülen tabiplerden
Haber sormaya korkan
Genç kızların yüreğinden almıştır.

Bir de baharlar bilirim
Apartman odalarında büyüyen çocukların bilmediği bilemeyeceği
Anadolu bozkırlarında
İstanbul’dan çıkıp Diyarbekir’e doğru
Tekerleri yamalı asfaltları bir ağustos susuzluğu ile içen
Cesur otobüs pencerelerinden
Bilinçsiz bir baş kayması ile görülen
Evrensel kadınların iki büklüm çapa yaptıkları tarla kenarlarında
Çıplak ayakları yumuşak topraklara batmış ırgat çocuklarının
Bir ellerinde bayat bir ekmeği kemirirken
Diğer ellerinde sarkan yemyeşil bir soğanla gelen.

Yazlar bilirim memleketime özgü
Yiğit köy delikanlılarının
İncir çekirdeği meselelerle birbirlerini kurşunladıkları
Birinin ölü dudaklarından sızan kan daha kurumadan
Üstüne cehennem güneşlerde göğermiş mor sinekler konup kalkan
Diğeri kan ter içinde yayla yollarında
Mavzerinin demirini alnına dayamış
Yüreği susuzluktan bunalan
İçinden mahpushane çeşmeleri akan
Ansızın parlayan keklikleri jandarma baskını sanıp
Apansız silahına davranan
Nice delikanlıların figüranlık yaptığı
Yazlar bilirim memleketime özgü

Güzler bilirim ülkeme dair
Karşılıksız kalmış bir sevda gibi gelir
Kalakalmış bir kıyıda melül ve tenha
Kalbim gibi
Kaybolmuş daracık ceplerinde elleri
Titreyen kenar mahalle çocukları
Bir sıcak somun için, yalın kat bir don için
Dökülürler bulvarlara yapraklar gibi.

Kadınlar bilirim ülkeme ait
Yürekleri Akdeniz gibi geniş, soluğu Afrika gibi sıcak
Göğüsleri Çukurova gibi mümbit
Dağ gibi otururlar evlerinde
Limanlar gemileri nasıl beklerse
Öyle beklerler erkeklerini
Yaslandın mı çınar gibidir onlar sardın mı umut gibi.

İsyan şiirleri bilirim sonra
Kelimeler ki tank gibi geçer adamın yüreğinden
Harfler harp düzeni almıştır mısralarında
Kimi bir vurguncuyu gece rüyasında yakalamıştır
Kimi bir soygun sofrasında ışıklı sofralarda
Hırsızın gırtlağına tıkanmıştır.

Müslüman yürekler bilirim daha
Kızdı mı cehennem kesilir sevdi mi cennet
Eller bilirim haşin hoyrat mert
Alınlar görmüşüm ki vatanımın coğrafyasıdır
Her kırışığı sorulacak bir hesabı
Her çizgisi tarihten bir yaprağı anlatır.

Bütün bunların üstüne
Hepsinin üstüne sevda sözleri söylemeliyim
Vatanım milletim tüm insanlar kardeşlerim
Sonra sen gelmelisin dilimin ucuna adın gelmeli
Adın kurtuluştur ama söylememeliyim
Can kuşum, umudum, canım sevgilim.


Erdem Beyazıt

Bağlanmayacaksın

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Bağlanmayacaksın bir şeye, öyle körü körüne.
“O olmazsa yaşayamam” demeyeceksin.
Demeyeceksin işte.
Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni, senin o’nu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini…
Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin,
Güneşi, ayı, yıldızları…
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
“O benim” diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir şeylerin…
Mesela gökkuşağı senin olacak.
İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, ya da pembeye…
Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden,
Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın, ucundan tutarak…


Can Yücel

"Unutursun" Deyişine

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Unutmak, yıldızların ciğerine saplanan
Bir lâle yaprağına gömmektir sevgiliyi
Unutmak, bir kaktüsün küllerinde ansızın
Alevli bir tapınak eylemektir sevgiyi
Unutmak, semendere zehir sunmaktır, gülüm
Taş dolu yüreklerin lügatinde bulursun
Unutmak, sessizliğe yine kanmaktır, gülüm
Unutulursa şair, sen de unutulursun

Bir dağın bir kuyuya tohum ektiği yerde
Balığın yüzgecinden irin döktüğü yerde
Kralın, kölelerin emrinde yürüdüğü
Geminin bir köpükte okyanus aradığı
Ay’ın arzı terk edip gökte durduğu ânda
Serseri bir kurşunun ay’ı vurduğu ânda
Başını ellerinin arasına al ve dur
İşte o lahza gülüm, bu can seni unutur

Unutmak, bir saatin kırılan camlarında
Zamanı çürüterek öldürmektir sevgiyi
Unutmak, bayramlığı giydirilen çocuğun
Aldatılan göğsünde vurmaktır sevgiliyi
Unutmak, bir ülkenin tozlu kaldırımlarında
Taşlara boğdurmaktır yağız atlı yiğidi
Unutmak, susturmaktır yolların ayrımında
Şairlere can veren muhteşem bir ağıdı
Unutmak, koparmaktır çiçekleri dalından
Sisli bir yalnızlığın ekseninde bulursun
Unutmak, ayırmaktır arıları balından
Unutulursa şair, sen de unutulursun


Nurullah Genç

66. Sone*

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

* Çeviren: Can Yücel

Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,
Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.
Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,
Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,
Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,
O kızoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,
Ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru,
Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,
Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,
Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,
Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,
Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen' e
Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,
Seni yalnız komak var, o koyuyor adama.


William Shakespeare

Yüreğime Kar Yağıyor*

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

*Sadeleştiren: Süleyman S. Aras

Kar yağardı, evden çöle kaçardım.
Kar, göklerin bembeyaz çiçekleri.
İlk kar üstde sevgi izi açardım,
Ben öperdim kar konan kirpikleri,
Şimdiyse yüreğime kar yağıyor.

Tabiattan evvel gelip ömre kış,
Nere gitti canda kuvvet, gözde nur?
Dünya yüzü nasıl soğuk olurmuş,
Diz titriyor, ayak esir, el donar,
Nedendir yüreğime kar yağıyor.

Doğrudan da dünya başka âlemdir,
Sihrlidir güneş çıka, don düşe.
Yeryüzünde gezen belki gölgemdir
Belki çoktan ben toprağa dönmüşüm,
Bundandır; yüreğime kar yağıyor.


Nebi Hazrî

Aynaların Ötesi

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Her ne kusur varsa geçen zamanda;
Suçsuzdur aynalar, ela gözlü yar
Mecnunlar Mevla'yı bulursa canda,
El olur Leylalar ela gözlü yar

Güzel açar güzelliğin sergisin
Gün ağartır kara saçın örgüsün...
Muhabbet faslında ölüm türküsün
Kim söyler, kim çalar ela gözlü yar

Estikçe iş çıkar işin içinde;
Gençliğin hasret yer sevda göçünde
Bilmez misin, dört mevsimin üçünde
Kar olur yaylalar, ela gözlü yar

Alı al, yeşili yeşilde ara;
Ahirete gider kalbdeki yara...
Ne yapsan bir daha çıkmaz dallara,
Dökülen ayvalar ela gözlü yar

Vakit dolar, nakit biter kasanda...
Sevda bir kitaptır gönül masanda;
Okusan da olur, okumasan da...
Kapanır sayfalar ela gözlü yar


Abdurrahim Karakoç

Tenha

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

[Bugün 15 Ekim 2008 Çarşamba, Şair Fazıl Hüsnü Dağlarca bugün hayatına geçici bir “mim” koyarak öldü. Anısına “Tenha” adlı şiirini ekliyorum. Süleyman S. Aras]

Ben öleceğim, kimse seyretmesin,
Güneş ve düşünceler içinde.
Soyunacağım elbiselerden ve hatıralardan,
Bir semalar sessizliğinde

Asude ve mahzun ellerimle,
Nasibimi bir kenara bırakıp
Eski şarkılar söylerken
Dağlarda ateşler yakıp.

Kimse seyretmesin, aşk ve sonsuzluk,
Garip mezarlıklar -arasından gideceğim.-
Kokulu sularla yıkanarak
Karanlıklarda zevk edeceğim.

Fazıl Hüsnü Dağlarca

An Gelir

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

An gelir
Paldır küldür yıkılır bulutlar
Gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
O eski heyecan ölür
An gelir biter muhabbet
Çalgılar susar heves kalmaz
Şatârâbân ölür

Şarabın gazabından kork
Çünkü fena kırmızıdır
Kan tutar / tutan ölür
Sokaklar kuşatılmış
Karakollar taranır
Yağmurda bir militan ölür

An gelir
Ömrünün hırsızıdır
Her ölen pişman ölür
Hep yanlış anlaşılmıştır
Hayalleri yasaklanmış
An gelir şimşek yalar
Masmavi dehşetiyle siyaset meydanını
Direkler çatırdar yalnızlıktan
Sehpada
Pir sultan ölür

Son umut kırılmıştır
Kaf Dağı'nın ardındaki
Ne selam artık ne sabah
Kimseler bilmez nerdeler
Namlı masal sevdalıları
Evvel zaman içinde
Kalbur saman ölür
Kubbelerde uğuldar bâk
Çeşmelerden akar sinan
An gelir
-lâ ilâhe illallah-
Kanunsüleyman ölür

Görünmez bir mezarlıktır zaman
Şairler dolaşır saf saf
Tenhalarında şiir söyleyerek
Kim duysa / korkudan ölür
-tahrip gücü yüksek-
Saatli bir bombadır patlar
An gelir
Atilla İlhan ölür


Attila İlhan

Bir de Bakmışım ki Ölmüşüm

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Bir de bakmışım ki ölmüşüm
Dünya sönmüş başucumda
Bir türlü gözümden gitmez

Ne gurbetlere düşmüşüm
İsterdim ki avuçlarımda...
Kimse halim sual etmez

Sorma nelerden olmuşum
Nelere etmişim veda
Böceklere gücüm yetmez


Cahit Sıtkı Tarancı

Ayak İzleri

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Bir kuyuya eğildiğinde,
Yüzünü görecek su yoksa
Çekil!
Öldürse de su seni,
Görerek öldürür…
Susuz kuyudan kork!

Kuru düşünme cehennemi;
Nemlidir…
Ve ayak izleri vardır;
Önceden
Gidecek olan herkesin.


Bejan Matur

İkinin Şiiri

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Bugün iki kez yağdı yağmur;
iki kez eskidim sanki.

İki ömrü kol kola yaşadım ben;
biri nergis bahçesi, diğeri mahşer yeri.

Hep iki şömine yandı yüreğimde;
birinde ateşti, diğerinde kül.

Ve iki kez âşık oldum;
bundandır iki kez ölmüşlüğüm.

Sonra bir serüvende ikiye böldüm ömrümü;
şimdi sömestrdeyim.

İlk iki kitabımdan sonra sıtmaya tutuldu coşkum;
daha depremlerleyim.

Ve iki kere iki,
kitabımda benim,

ya çok eder
ya sıfır


Yılmaz Odabaşı

Veda

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Silahlara veda…
Geceye, rüyaya ve sana
Yalnızlığın geyik gözlü köşesinden
Düzenlerin çıkmazına

Çizdiğim resmin
Saat kulesi ağlıyor
Ağzım o çeşit yok
Şişe bu çeşit var

Sen bir gece gelsen
Güneş doğmasa
Gitmeden yine gelsen
Bu yeni geleni
Bu bize bakanı
Sana bir anlatsam
Güneş doğmasa
Sandıkların içini göstersem sana
Çizdiğim resmin
Yalnızlığın geyik gözlü köşesinde
Bir rafa koyabilsen
Olup biteni ve onları
Sabaha kadar konuşsak
O ürkek ürkek bakanı sana bir anlatsam
Ateşi karı tüfeği çeksem
Ocağa pencereye kapıya

Kemana veda

Yağmurda şeytan ve şapkası
Silahın ölümünü kutluyorum

Tren kaçırmış gibiyim

Sana veda


Sezai Karakoç

Ölüme Saygı

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Ölüm bir melek elinde gelir…
Ve öper usulca çocuk yüzleri.
Belki bir gün kurtuluruz
Karıncaların yolunu şaşırtan ince rüzgârlarla
Kaplumbağaların hasret kaldığı derin tepelerde
Çocuk gibi bakalım mavi sulara
Şehirlere bakalım insanlığımızı eskittiğimiz
Sislerden dumanlardan yollara atılan
Mısır koçanlarından
Belki tutarız bir gün belki kurtarır bizi
Simsiyah saralım bezlerle dağları rüzgârları
Gül bahçeleri ağlasın
Dallarda salınan çocuk salıncakları ağlasın
Kırmızı balonlar bizsiz kaybolsun gökyüzünde.
Haydi, sığının şehirlere
Kabuğunuza çekilin yorganınızı çekin üstünüze
Kalsın titrek ve mavi elleriniz
Bekleyin geliyor ölüm usulca
Usulca girer koynunuza.


Erdem Beyazıt

Ben Sana Mecburum

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Ben sana mecburum bilemezsin
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
Ben sana mecburum bilemezsin
İçimi seninle ısıtıyorum.

Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
Sokak lambaları birden yanıyor
Kaldırımlarda yağmur kokusu
Ben sana mecburum sen yoksun.

Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
İnsan bir akşamüstü ansızın yorulur
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor
Eski zamanlardan bir cuma çalıyor
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
Haftalar ellerimde ufalanıyor
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
Ben sana mecburum sen yoksun.

Belki haziran da mavi benekli çocuksun
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin
Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor

Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Bu kurtlar sofrasında belki zor
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
Sus deyip adınla başlıyorum
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
Hayır, başka türlü olmayacak
Ben sana mecburum bilemezsin.


Attila İlhan

Uy Havar

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Yangınlar,
Kahpe fakları,
Korku çığları
Ve irin selleri, aç yırtıcılar,
Suyu zehir bıçaklar ortasındasın.
Bir cana, bir başa kalmışsın vay vay!
Pusatsız, duldasız, üryan
Bir cana bir de başa
Seher vakti leylim leylim
Cellât nişangâhlar aynasındasın.
Oy sevmişem ben seni...

Üsküdar’dan bu yan lo kimin yurdu!
He canım...
Çiçekdağı kıtlık, kıran,
Gül açmaz, çağla dökmez.
Vurur alnım şakına
Vurur çakmaktaşı kayalarıyla
Küfrünü, Medetsiz, Munzur.
Şahmurat Suyu kan akar
Ve ben şairim.

Namus işçisiyim yani
Yürek işçisi.
Korkusuz, pazarlıksız, kül elenmemiş,
Ne salkım bir bakış
Resmin çekeyim,
Ne kınsız bir rüzgâr
Mısra dökeyim.
Oy sevmişem ben seni...

Ve sen daha demincek,
Yıllar da geçse demincek,
Bıçkılanmış dal gibi ayrı düştüğüm,
Ömrümün sebebi, ustam, sevgilim,
Yaran derine gitmiş,
Fitil tutmaz, bilirim.
Ama hesap dağlarladır,
Umut dağlarla.

Düşün, uzay çağında bir ayağımız,
Ham çarık, kıl çorapta olsa da biri
Düşün, olasılık, atom fiziği
Ve bizi biz eden amansız sevda,
Atıp bir kıyıya iki zamanı
Yarının çocukları, gülleri için
Her birinin ayva tüyü, çilleri için,
Koymuş postasını,
Görmüş restini.
He canım,
Sen getir üstünü.

Uy havar!
Muhammed, İsa aşkına,
Yattığın ranza aşkına,
Deeey, dağları un eder Ferhad’ın gürzü!
Benim de boş yanım hançer yalımı
Ve zulamda kan-ter içinde, asi,
He desem, koparacak dizginlerini
Yediveren gül kardeşi bir arzu
Oy sevmişem ben seni...


Ahmed Arif

Ayrıldık*

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

*Azerbaycanlı Şair Nebi Hazri’nin, “ömür yoldaşım” dediği Gülare’nin hatırasına yazdığı şiirdir.

Ağır kervan durdu birden
Ömür köprüsünde.

Mavi sema,
Kara toprak,
Yarık yarık yarıldı.

Ölüm yoktur, ayrılık var
Yer üzerinde.

Sen mi bizden,
Biz mi senden ayrıldık?

Nebi Hazrî

İntizar

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Gözlerin dokunuyor kalbime ey cefakâr
Öyle uzun bir hicran sundun ki hayatıma
Zehrini yudumluyor ruhum melankolini
Lambalar sırılsıklam gönlümde sönmesin yar
Ellerin ab-ı hayat, gülüşün yar, sesin yar
Rüzgâr mıdır, yağmur mu dumanlı bakışların
İrkiliyor durmadan bedenim, hülya mıdır?
Neş'eme ızdırabın çektiği perdesin yar
Umudumun maviye büründüğü yerde mi?
Mahulyam, ey şebnem edalım, nerdesin yar

Unutma ceylanların çölleri sevdiğini
Toprak neva sırrını ezberliyor göklerin
Renkler uğursuzluğu fısıldayıp duruyor
Ülfetim nevbaharı bekliyor, bilesin yar
Zarif bir düğüm gibi duruşun yar, sesin yar
Gülleri incinmesin masum dudaklarının
Aldırma, leylakların solduğuna içimde
Ruşenimsin ey canım, beyaz bir lalesin yar
Işığısın şehrayin kalıntısı ömrümün
Sensizim, avareyim; durmayıp gelesin yar

Esrarengiz şarkılar dinliyorum geceden
Neden ıslak bilmem ki, çehresi yıldızların
Mest ediyor ruhumu endamın, ey cefakâr
Eridim; ırmağına döküldüm; şulesin yar
Neden resimler gibi hercaidir sesin, yar
Ey deniz yürüyüşlüm, ey hüznümün kaynağı
Küskün ırmaklar bile benden daha mutludur
Şafakta billur olup, gönlüme giresin yar
Eski umutlarımın son bulduğu yerde mi?
Sihirli akşamların ülkesinde misin yar

İlkin şakayıkları okşayan parmakların
Nedense, kanatlanıp uçtu yalnızlığıma
Anladım aynaların seni kıskandığını
Yüzünün nakışını özledim bilesin yar
Şeydayım, efkârlıyım; duyup da gülesin yar
Efsunlu duygularla sarsılıyor benliğim
Hasretim ey cefakâr, süreyya gözlerinde
Ebedi nalân oldu gözyaşım; silesin yar
Pusatsız süvariler gibiyim yollarında
İntizarın alnıma vurduğu halesin, yar

Çeşmeler kurumaya yüz tutmuşsa içimde
İklimler lanetini kusuyorsa ötenin
Mahşere aralanan kapıdır şimdi zaman
Dil-rübasın, mümayiş sultanı, didesin yar
Ellerin ıtır dalı; duruşun yar sesin yar
Çakıyor yüreğimde şimşekleri ferdanın
Işık ol, perdesinden kurtar beni sevdanın
Nerdesin? Rüyada mı? Sanki mazidesin yar
Lalezarı solgundur melal yolculuğunun
Ilıksın, uykudasın, safsın, güzidesin yar

Yasaklara nigehban olma, ey mah-ı zemin
Orkideler seninle büyüsün bahçemizde
Rahmeti özümleyen bir bende-i numune
Olalım yeryüzünde, ey can, hep tazesin yar
Gurbetin lisanıdır gülüşün yar, sesin yar
Üflerken erdemini maveradan hicabın
Zümrüdüanka neden alev alev yanıyor
Ey enis-i mücella, sen ki, yelpazesin yar
Limanısın ruşenimin bela okyanusunun
Semadan damla damla inen firuzesin yar

Esirinim; ey nur-u nigahı, m, yakma beni
Sonsuzluğa seninle varalım, ey cefakâr
İliğime işledin; no'lur, bırakma beni
Nazlısın; nazarındır ufuklarımı saran
Ayrılık acısıdır damarlarımda kıvranan
Yorgunum, yaralıyım; no'lur, bırakma beni
Şahikasın; şavkınla tutuştu hücrelerim
Esirinim; ey nur-i nigahım, yakma beni


Nurullah Genç

Bugun Ol Dilber-i Rana

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Bu gün ol dilber-i rana
Benimle oldu hem-saye
Ki yüzü güneşe benzer
Latif kaşlarıdır aya

Beli ince, boyu uzun
Yüzü hubdur, sözü mevzun
Dili sihri okur efsun
Gönlümü verdi yağmaya

Benim gönlüm alan dilber
Yüzü hubdur, sözü enver
Güzeldir Allah-û Ekber
Ne güzel beslemiş daya

Dedim: Ey hubların şahı
Terrahhüm eyle billahi
Gönül ikliminin mâhı
Bu günü salma ferdaya

Dedim: Dilber lebin emsem
Olurdu derdime derman
Dedi: Vakti değil, ebsem
Düşersin ceng-ü kavgaya

Dedim: Dilber beni öldür
Gerek ağlat gerek güldür
Nesimi çün sana kuldur
Serini koymuş ortaya


Seyyit Nesimi

Aramak

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Ey hep bir kelime arayan kalbim
Sonra arayan tekrar arayan kalbim


Erdem Beyazıt

Bulmak

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Bir an kayboldun gibi! yaşadım kıyameti
Yoruldun ama buldun ey kalbim emaneti

Yeniden su yürüdü dalıma yaprağıma
Bir bakışın can verdi kurumuş toprağıma

Çiçeğe durdu kalbim içtim parmaklarından
Göz çeşmem suya erdi sevda kaynaklarından

Bir aydınlık denizin sonsuz derinliğinde
Yüzüyorum gözünün yeşil serinliğinde

Bir ışık bir kelebek biraz çiçek biraz kuş
Yeni bir ülke yüzün ellerimde kaybolmuş

Soluğum bir kuş gibi uçuyor ellerine
Kapılıp gidiyorum saçının sellerine

Gözlerinden göğüme sayısız yıldız akar
Bir gülüşün içimde binlerce lamba yakar

Bir kurtuluştur o an çağrılsa senin adın
Sesin ne kadar sıcak sesin ne kadar yakın

Tabiat bir bembeyaz gelinlik giymiş gibi
Yüzüme kar yağıyor sanki elinmiş gibi

Sensiz geçen zamanı belli yaşamamışım
Sensizlik bir kuyuymuş onu aşamamışım

Bir yol buldum öteye geçerek gözlerinden
İşte yeni bir dünya peygamber sözlerinden

Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm
Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm


Erdem Beyazıt

Aşkın Bilançosu

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

I
Gidersin; yağmurlarda kırık kalır mızrabım.
Gidersin; ardından dilsiz bir ihanet gider.
Gidersin, her şey gider.
Gidersin, kalbimde bir tabur ayaklanır,
İlgilenmez ordular, hükümetler…

Gidersin; işte rezil bir an’dır bu.
Yazdıkça silinen sözcükler gibidir hayat.
Gidersin; bir hazin dramdır bu!

/Kanmadım aynalara sana kandığım kadar,
İçimde bir boşluk sana yandığım kadar…/

II
Bugün hasretin kırlarında dolaştım;
Senin adınla,
Aşkın adıyla
Savrulup aktım o ırmaklardan.

Irmakları çöllerle,
Çölleri denizlerle,
Denizleri düşlerle buluşturdum…
Sustum kaldım sonra günleri savuşturdum...

/Ne ses ne nefes ne de bu rüzgâr bağışlar seni;
Simsiyah gecelerde budanırken ah ömrüm,
Dönüp sırtını giderken kimler karşılar seni?/

III
Sen olmayınca sesin de yoktu, gözlerin de;
Bu yüzden odama resmini yaptım,
Ve söküp kalbimi yanına astım.

Sensiz geçen yılları da ben buruşturdum.

Kalbim hasretinde asılı kaldı,
Yetim kalmış anıları ben tokuşturdum…

IV
Daha bu solgun günlerde aşk,
Yaşanır
Sözde!

Kalp,
Yitik bedende;
Yağmur değil, sanki efkâr yağıyor kente…

/Kanmadım aynalara sana kandığım kadar,
İçimde bir boşluk sana yandığım kadar.../


Yılmaz Odabaşı

Marjinal Aşk

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

İkisi de çok sevmişti kızı,
İkisi de birbirinden hayran…
Biri İstanbul biri Süleyman
Kız ikisini de sevemedi.

Sonra özgür bıraktılar kızı,
Arkasına bakıp son kez güldü.
İstanbul sınırlarında öldü;
Kız fazla uzağa gidemedi.
Hem sevemedi hem gidemedi…

Süleyman Aras

Sil Baştan

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Aldım başımı geldim yine:
Eski rüzgârlardan arta kalmış kendimle
Denilmiş ve denilecek bütün sözlerimle
Martılar konuyorken inmiş süngüme,
Aldım başımı geldim yine.

Kül vaktinde doğup yeniden ölmeye…
Titrek alevlerin yaktığı seslerimle
Düşüyordum kimselerin gölgelerinde
Yenik sensizliğimde alelacele
Aldım başımı geldim yine.

Yeniden alıp başımı gitmeye...

Kenan Bıyıklı

Mavidir

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Bugün heç bilmirem.
Ne üçün,
Neden,
Sema da mavidir,
Toprak da mavi.
Görürem dünyanı başka rengde men,
Ağaç da mavidir,
Yaprah da mavi.

Esir haradansa serin külekler,
Dağdan mavi mavi
Duman sürünür…
Mavi kepenekler,
Mavi çiçekler,
Mavi çemenlerde gaşeng görünür.
Sulara yel deyir,
Sular titreyir
Yerin de menim tek böyük sırrı var
Sanki efsânevî, nağmeler deyir,
Mavi sahillere,
Mavi dalğalar.

Rengi bambaşkadır
Çölün, düzün de.
Mavi şafaklardır çilenen yere.
Uçur göyüzünde
Bu mavi günde
Mavi teyereler maviliklere.

Men belke bilirem:
Ne üçün,
Neden,
Dünyanın gündüzü mavileşipdir?
Belke de sen mavi
Geyindiğinden
Yerüzü
Göyüzü
Mavileşipdir.

Ele bil senin tek bezenip âlem?
Sema da, toprak da
Sanki mavidir!
Belke boşbahtların hoşbahtı menem,
Belke seadetin rengi mavidir.


Nebi Hazrî

Bir Araya Gelemeyiz

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Yüce dağlar bizi bizden ayırmış,
Arkasını göremeyiz sevdiğim.
Ferhat bir zamanlar delmiş diyorlar;
Dağ bir değil! Delemeyiz sevdiğim.

Baban maaşıma harçlık diyormuş,
Anan on binlerce başlık diyormuş,
Kısacası bu iş olamıyormuş,
Bir araya gelemeyiz sevdiğim.

Dağ bir değil demiş idim önceden,
Bilen bilir, payın alır bu sözden,
Dünya şahit olsun biz bu gidişle(n),
Ahrette de gülemeyiz sevdiğim.

Tanrım ahrette de varsa bu dağlar,
İçim yanar, bağrım yanar, kan ağlar.
Dört kitabın hangisine bu sığar?
Bunlar sırdır bilemeyiz sevdiğim.

Karasevda yazılmıyor kâğıda,
Günler asır gibi gelir Nihad'a!
Ölüm bu hayattan iyi olsa da
Elde değil ölemeyiz sevdiğim!


Nihat Dalay

Otuz Beş Yaş

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne?
Benim mi Allah'ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünüyorsunuz;
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim:
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim
Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir:
Gittikçe artıyor yalnızlığımız

Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar.

N'eylesin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla tasında.


Cahit Sıtkı Tarancı

Umut ve Korku

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Umut dallarda uzarken
Korku köklerde büyüyor.
Sanma taşıyacağından fazla bu yük!
Buzdağı gibi hayat bir bütün;
Fakat buzdağının altı üstünden büyük.
Yine de umut, umut hep umut...
Aşağıda, köklerde büyümezse korku,
İnsan bilmez, büyütemez umudu,
Etrafına bir bak;
Kökünde korku olmayan tüm ağaçlar kurudu.
Korku köklerde büyüyor;
Umut dallarda uzarken...

Süleyman Aras

Her Şey Sende Gizli

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif…
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü…
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin…
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;

Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün…
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme! Bil ki, ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.

Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak…
Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü…
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin…

İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...


Can Yücel

Aşk Ölümcül Bir Hülyadır

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Hülya tatlı bir andır
Süzülür dibine selvi ağaçlarının
Zambakların, sevda çimenlerinin.
Dağlarda duman duman tütüyor sıla
Sıla da garibin omuzlarına
Güvercin gibi konan
Sadağında mumçiçeği serzeniş
Mızrakları cazibesiyle kıran
Saçları darmadağın
Bitişik bir hicrandır.
Ne fettan sarayların
Bitişik cilvekâr yalnızlığı
Ne de bezirgânları küçümseyen sultandır.
Gezinir içimizde hülya tatlı bir andır.
Ne gün başımı alıp gitsen karanlıklara
Çıkıyor bir köşeden karşıma kelebekler
Onlar da bir derbeder gibi mahrum öteden
Onlar da tanyerine bakıp hülyayı bekler.
Beyhude hekimlerin ülkesinde bir şehir
Çıkmaz sokaklarını düşlerimize açan
Bir sahura yıldızı gibi göklerde uçan
Köpüksüz anıların sihriyle akan nehir
Varlığı bestenigâr, yokluğun deniz gibi
Gönül, safkan bir vefa atlasında şahlanır.
Asil fırtınalarda kaybolan bir iz gibi
Çölde aşk suretinde bir ahu peydahlanır.
Kum, yaldızlı giysiler içinde meşhur güzel
Ay öper eğilerek çölün yanaklarını
Ufukların delisi, soluk bir deniz gibi
Bir sayeban altında yürür hazinesine
Kâh takılır uzaktan bir belanın sesine
Kâh yüzü yıldızlara benzeyen bir rüyadır.
Bin tepede bayrağı dalgalanır Leyla'nın
Oysa aşk, karanlıkta ölümcül bir hülyadır.


Nurullah Genç

Rubailer*

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

*Çeviren: Sabahattin Eyüboğlu

Sevgili, bir başka güzelsin bugün;
Ay gibisin, pırıl pırıl gülüşün.
Güzeller bayram günleri süslenir:
Seninse bayramları süsler yüzün.

***

Her gece aklım dalar gider engine.
Ağlarım, inciler dolar eteğime.
Sevdalıyım, şarap dayanmıyor bana:
Kafam baş aşağı çevrik bir tas mı ne!

***

Sevgili, seninle ben pergel gibiyiz:
İki başımız var, bir tek bedenimiz.
Ne kadar dönersem döneyim çevrende:
Er geç baş başa verecek değil miyiz?


Ömer Hayyam

Görünüm*

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

*Çeviren: Hilmi Yavuz

Eskiden de sevgiler düşlerdim ben şimdi de
Oysa aşk değil artık bir tutam gül ve leylak
Ağır kokularıyla ormanı kaplayarak
Yangınlar var dönüşsüz yolların bitiminde

Eskiden de sevgiler düşlerdim ben şimdi de
Oysa aşk değil artık kulede ateş yakan
O yitik fırtına, bozguncu, ışık tutan
Kuytu ayrılıkların avlusunu, şimşekle

Taşların sıcaklığı vurur bileklerime
Bildik hiçbir sözlükte bulunmayan kelime
Denizlerde köpüktür, gökte buluttur dedim

Yaşlanınca sertleşir her şey, ışıklar dolar
İpler düğümsüzleşir, adsızlaşır bulvarlar
Ben de onlarla birlik, yavaşça taş kesildim


Robert Desnos

Asi Ömrüm

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Kalbim, ruhum, benliğim
Bir şeyler haykırmakta...
Dilim neden susuyor?
Ömür denen ırmakta,
Ruhum acı duyuyor
Ben ölümü isterken,
Ömrüm neden uzuyor?

Süleyman Aras

Ey Hayat

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Yaşam bir ıstaka;
gelir vurur ömrünün coşkusuna.
Hani tutulur dilin,
konuşamazsın…

Tırmandıkça yücelir dağlar.
Sen mağlupsun sen ıssız
ve kalbinde kuşların gömütlüğü;
tutunamazsın!

Eloğlu sevdalardan dem tutar,
aşk büyütür yıldızlardan;
senin ise düşlerin yasak,
dokunamazsın.

Birini sevmişsindir geçen yıllarda.
Açık bir yara gibidir hâlâ.
Hâlâ ne çok özlersin onu,
ağlayamazsın…

Yolunda köprüler çürür.
Sesin, sessizlik sanki bir uğultuda.
Savurur hayat kül eyler seni,
doğrulamazsın…

Yapayalnız bir ünlemsin
dünyayı ıslatan şu yağmurlarda.
Her şey çeker ve iter,
anlatamazsın...

Yaşam bir ıstaka,
gelir vurur işte ömrünün coşkusuna.
Sesinde çığlıklar boğulur ama,
bağıramazsın…

Sonra vakt erişir, toprak gülümser sana;
upuzun bir ömrün ortasında
ne hayata ne ölüme
yakışamazsın…

Yazdırmalısın mezar taşına:
Ey hayat, sen şavkı sularda bir dolunaysın.
Aslında hiç olmadım ben bu oyunda.
Ömrüm beni yok saysın...


Yılmaz Odabaşı

Sus Korkma

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Yalnızım dedi bir ses.
Feryadı gök kubbede duyuldu.
Bu nasıl bir acıydı, bilinmez.
Çığlığı okyanusta deli su…

Sus dedi sevdiği seni bırakamam,
Sen içime işledin benim,
Gönül hücrelerimin teline değdin,
Ömrümün sesine geldin.
Sus dedi, sus korkma!

Sen artık bağrımda ısınacaksın,
Sevgime kanacaksın dedi.
Ağlarsan omuzumda,
Mutluysan da yanımda,
Sus korkma.

Bitti yalnızlık dedi. Hem oda ne ki?
Sen sen olacaksın benle.
Bebek tenin değecek ellerime.
Gün batımları göreceğiz senle…
Huzur deli edecek seni.
Kucağımda uyuyacak gözlerin.
Sus korkma…
Bitti yalnızlık dedi...


İlham Perisi

Tevekkül

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Hışırda gecede ki, aksın zaman
Zebercet öldü; çünkü ölmesi gerekiyordu
Etmediği dualarla gömülürken
Kırlangıçlar göçüyordu içimden bir yerlere
Caddelerde insanlar yürüyordu, sıcaktı

"Zebercet öldü" dedim, aynadaki yüzüme
Ölmesi mi gerekiyordu?


Kenan Bıyıklı

Dedim/Dedi

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Seherde uğradım ben bir güzele
Dedim sarhoş musun söyledi yoh yoh
Ağ elleri boğum boğum kınalı
Dedim bayram mıdır söyledi yoh yoh

Dedim elâ nedir dedi gözümdür
Dedim şeker nedir dedi sözümdür
Dedim alma nedir dedi (y)üzümdür
Dedim öpeyim mi söyledi yoh yoh

Dedim inci nedir dedi dişimdir
Dedim kalem nedir dedi kaşımdır
Dedim on beş nedir dedi yaşımdır
Dedim daha var mı söyledi yoh yoh

Dedim ölüm nedir dedi aynımda
Dedim zulüm nedir dedi boynumda
Dedim turunç nedir dedi koynumda
Dedim ver ağzıma söyledi yoh yoh

Dedim sırma nedir dedi telimdir
Dedim ince nedir dedi belimdir
Dedim Emrah ne(n)dir dedi kulumdur
Dedim satar mısın söyledi yoh yoh


Ercişli Emrah

Tutam Yar Elinden

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Tutam yâr elinden tutam,
Çıkam dağlara dağlara.
Olam bir yareli bülbül,
İnem bağlara bağlara.

Birin bilir, birin bilmez;
Bu dünya kimseye kalmaz,
Yâr ismini desem olmaz,
Düşer dillere dillere.

Emrah eder bu günümdür,
Arşa çıkan tütünümdür,
Yâre gidecek günümdür;
Düşem yollara yollara.


Erzurumlu Emrah

Mutlu Et

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Derinlerde kırıklar…

Her gün biraz daha,
Her gün azar azar.

Her dem puslu bir yara,
İnce ince ve feci.
Sürme ellerini karalarıma.

Yeter çöz bu kelepçeyi,
Yeter yak gemileri,
Yeter dağıt gitsin her şeyi,
Yeter alıp durma benden beni!

Firarımı hediye et,
Hadi bırak beni,
Bırak ve mutlu et beni!


İlham Perisi

Resim Altı

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Karda hüzünlü yüzün
Bir şeyler diyecekmiş gibi bakıyor
Az ötende gürültülü insanlar
Martılar kondu konacak saçlarına
Gülmüyorsun...

Yürüdüğümüz yolda izlerimiz
Bizden geriye kalanlar
Ben sana bakıyorum, dumanımda şeyler
Ben baktığın yerde miyim?
Bilmiyorum

Bulutlar eskisinden de beyaz
Avaz avaz geçiyorlar üstünden
Omuzunda telaşı eskimişliğin
Susuyor gibi konuşuyorsun
Karda hüzünlü mü yüzün?


Kenan Bıyıklı

Ping-Pong Masası

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

...............................
Beyaz iplik, sert iplik ve tak tak
Yuvarlak top, küçük top ve tak tak
Ping-pong masası, varla yok arası
Ben ellerim kesik, varla yok arası
… Öpüçüğüne eyvallah ve tak tak
Beraber sinemaya ... evet ... ve tak tak
Ping-pong masası, varla yok arası…

Öküzün gözü veya dananın kuyruğu
Kadifekale veya Sen nehri
Ha Sezai ha ping-pong masası
Ha ping-pong masası ha boş tüfek
Bir el işareti, eyvallah ve tak tak
Gözlerin ne kadar güzel ne kadar iyi
Ne kadar güzel ne kadar sıcak
Tak tak tak tak tak tak tak


Sezai Karakoç

Aşk

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Aşk, ilk gördüğün bir çift gözü,
Hatırlamakla hatırlamamak arası bir şey.
Odur ki aşk, kendi deştiğin yaranı,
Sarmakla sarmamak arası...
Aşk nedir, bilir misin?
Aşk, ilk gördüğün güzele,
“Ne güzelmiş” deyip geçmekmiş,
Aşk, öyle uzun boylu sevmek değilmiş!

Süleyman Aras

Iceberg (Aysberg)

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Kötü adamları nerde o kentin?
Baş aşağı sokaklarındaki çığlıkları…
Nerde leylak kokularının getirip bıraktığı iz?
Yakamda elleriniz, ah elleriniz.

(bırakılmış mektuplar gibi yığılmaktayım)

Rüzgâr almıştım sesinizden biraz da gençliğimi
Kötü adamlarını arıyorken o kentin
Güze dönüyordu yüzünü çocuklar
Savruk günlerinde ölüyordum birer ikişer

(yığılmış mektuplar gibi bırakılmaktayım)

Bütün nöbetlerde uyudum, bütün korkuları içtim
Başka başka nefeslerin ağırlığındayım
Kötü adımlarına yenildim o kentin
Yakamda iziniz, ah iziniz...


Kenan Bıyıklı

Gitmelerim

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Her gidiyorum dediğimde senin kalbinin derinlerine düştüm yine
Uçurumdan düşer gibi hem de

Her gidiyorum dediğimde gitme demeni bekledim
Beni kolay kolay bırakma istedim
Tutkulu olsun sevmelerin,
Vazgeçilmezin olmak istedim

Her gidiyorum dediğimde, ikimiz için düşlediklerim yapıştı ellerime
Sen değildin beni göndermeyen düşlerimdi
İçinde iki sevdalı kalbin delicesine çarptığı
Başı hoyrat sevdalara vurgun, iki delinin hasretle yandığı
Hep beynimde, her dem benle,
Büyüttüğüm sevdalandığım düşlerimdi bana gitme diyen…

Laf değil ki benim sevmelerim, yüreğimin benliğimin izdüşümü
Senin alnına, yüzüne ve de kalbine düşmüşlüğüm laf değil ki
Benim sevmelerim sende büyüttüğüm bir deli sevda..
Benim sevmelerim renginde aşka boyanan bir kızıl şehlâ
Benim sevmelerim her eleminde zevki tadacağın büyülü bir rüya
Sen değildin bana gitme diyen
Gitmelerime yenilip gidemediğim,

Ellerime yapışan düşlerimdi sevgilim…

Şimdi hiç konuşma en sevdiğin renge boya beni,
Bir yağmurun altında sırılsıklam olmuş gibi
Vedası hiç olmayacak bir aşkla yıka beni,
Sevmelerine kanayım bırak
Sil baştan ve geç kalmış bir aşkla ömrümü tamamlayayım…


İlham Perisi

Yazmışlar

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Ezel kâtipleri uşşâk bahtın kare yazmışlar.
Bu mazmûn ile hat ol safha-i ruhsâre yazmışlar.

Havâs-ı hâk-i pâyun şerhini tahkîk edîp merdüm,
Gubâr îlen beyâz-ı dîde-i hûnbûre yazmışlar.

Girip büthâneye kılsan tekellüm cân bulur şeksiz,
Musavvirler ne sûret kim der ü dîvâne yazmışlar.

Muharrirler yazanda her kime âlemde bir rûzî,
Bana her gün dil-i sad-pâreden bir pâre yazmışlar.

Yazanda Vâmık u Ferhâd u Mecnûn vasfın ehl-i derd,
Fuzûlî adını gördüm ser-i tumâre yazmışlar.


Fuzûli

Bir Adın Kalmalı

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Bir adın kalmalı geriye
Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
Aynaların ardında sır
Yalnızlığın peşinde kuvvet
Evet nihayet
Bir adın kalmalı geriye…
Bir de o kahreden gurbet

Sen say ki
Ben hiç ağlamadım
Hiç ateşe tutmadım yüreğimi
Geceleri, koynuma almadım ihaneti
Ve say ki
Bütün şiirler gözlerini
Bütün şarkılar saçlarını söylemedi
Hele nihavent
Hele buselik hiç geçmedi fikrimden
Ve hiç gitmedi
Bir topak kan gibi adın
İçimin nehirlerinden

Evet yangın
Evet, salaş yalvarmanın korkusunda talan
Evet, kaybetmenin o zehirli buğusu
Evet nisyan
Evet, kahrolmuş sayfaların arasında adın
Sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı
Bu sevda biraz nadan
Biraz da hıçkırık tadı
Pencere önü menekşelerinde her akşam

Dağlar sonra oynadı yerinden
Ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca
Sen say ki
Yerin dibine geçti
Geçmeyesi sevdam
Ve ben seni sevdiğim zaman
Bu şehre yağmurlar yağdı
Yani ben seni sevdiğim zaman
Ayrılık kurşun kadar ağır
Gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın

Yine de bir adın kalmalı geriye
Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
Aynaların ardında sır
Yalnızlığın peşinde kuvvet
Evet nihayet
Bir adın kalmalı geriye
Bir de o kahreden gurbet
Beni affet
Kaybetmek için erken,
Sevmek için çok geç!


Ahmet Hamdi Tanpınar

Mavi Maviydi Gökyüzü

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Mavi maviydi gökyüzü
Bulutlar beyaz, beyazdı
Boşluğu ve üzüntüsü
İçinde ne garip yazdı...

Garip, güzel, sonra mahzun
Işıkla yağmur beraber,
Bir türkü ki gamlı, uzun,
Ve sen gülünce açan güller,

Beyaz beyazdı bulutlar,
Gölgeler buğulu, derin;
Ah o hiç dinmeyen rüzgâr
Ve uykusu çiçeklerin.

Mor aydınlıkta bir çınar
Veya kestane dibinde;
Mahmur süzülen bakışlar
İkindi saatlerinde...

Birden gülümseyen yüzün
Sabahların aynasında
Ve beni çıldırtan hüzün
İki bakış arasında.


Ahmet Hamdi Tanpınar

Gözlerin

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Gözlerin, gözlerin, gözlerin,
İster hapishaneme, ister hastaneme gel,
Gözlerin, gözlerin, gözlerin hep güneşte,
Şu Mayıs ayı sonlarında öyledir iste
Antalya tarafında ekinler seher vakti.

Gözlerin, gözlerin, gözlerin,
Kaç defa karşımda ağladılar
Çırılçıplak kaldı gözlerin
Altı aylık çocuk gözleri gibi kocaman ve çırılçıplak,
Fakat bir gün bile güneşsiz kalmadılar.

Gözlerin, gözlerin, gözlerin…
Gözlerin bir mahmurlaşmayagörsün
Sevinçli, bahtiyar…
Alabildiğine akıllı ve mükemmel,
Dillere destan bir şeyler olur dünyaya sevdası insanın.

Gözlerin, gözlerin, gözlerin,
Sonbaharda öyledir işte kestanelikleri Bursa'nın
ve yaz yağmurundan sonra yapraklar
ve her mevsim ve her saat İstanbul.

Gözlerin, gözlerin, gözlerin,
Gün gelecek gülüm, gün gelecek,
Kardeş insanlar birbirine,
Senin gözlerinle bakacaklar gülüm,
Senin gözlerinle bakacaklar.


Nazım Hikmet Ran

Seni Sevmeseydim

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Seni sevmeseydim içimde taşır mıydım sanırsın?
Kalbimde… Dinim ile aynı yerde, aynı değerde!
Böyle günahkârca söyledim ki, belki inanırsın.

Süleyman Aras

Şaşırdım Kaldım İşte

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Sözde senden kaçıyorum dolu-dizgin atlarla
Bazen sessiz-sedasız… ipekten kanatlarla.
Ama sen hep bin yıllık bilenmiş inatlarla
Karşıma çıkıyorsun en serin İmbatlarla
Adını yazıyorsun, bulduğun fırsatlarla
Yüreğimin başına noktalarla, hatlarla…
Baş başa kalıyorum, sonunda heyhatlarla
Sözde, senden kaçıyorum dolu-dizgin atlarla.

Ne olur, bir gün beni, kapında olsun dinle
Öldür bendeki beni, sonra dirilt kendinle
Çarpsan kara sevdayı, en azından yüz binle
Nasıl bağlandığımı anlarsın kemendinle.
Kaç defa çıkıp gittim buralardan yeminle
Ama her defasında geri döndüm seninle…
Hangi düğüm çözülür, nazla, sitemle, kinle…
Ne olur, bir gün beni kapında olsun dinle.

Şaşırdım kaldım işte, bilmem ki, nemsin?
Bazen kız kardeşimsin, bazen öp öz annemsin.
Sultanımsın susunca, konuşunca kölemsin
Eksilmeyen çilemsin…
Orada ufuk çizgim, burada yanım yöremsin
Beni ruh gibi saran sonsuzluk dairemsin
Çaresizim, çaremsin
Şaşırdım kaldım işte, bilmem ki nemsim?


Yavuz Bülent Bakiler

Nice Ağlamayem

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Nice ağlamayem, etmeyem feryat,
Giriftar-ı aşkın binevasıyem
Leylinindir Mecnun, Şirinin Ferhat,
Ben de Şeyh Nigar’ın mübtelasıyem.

Neylerem dünyayı, neylerem malı
Neylerem keşmiri, neylerem şalı,
Ben divane oldum, aşkın pamali,
Server-i hubanın bir gedasıyem.

Ey Seyyid Nigari, ey aşk-ı tuğyan,
Ey âşık-ı şeyda, ey kâr-ı efgan,
Karûban-ı aşka benim sarûban,
Leylinin Mecnunun rehnumasiyem.


Şeyh Nigari

Mona Roza

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Mona Roza, siyah güller, ak güller
Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah, senin yüzünden kana batacak
Mona Roza siyah güller, ak güller

Ulur aya karşı kirli çakallar
Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
Mona Roza, bugün bende bir hal var
Yağmur iğri iğri düşer toprağa
Ulur aya karşı kirli çakallar

Açma pencereni perdeleri çek
Mona Roza seni görmemeliyim
Bir bakışın ölmem için yetecek
Anla Mona Roza, ben bir deliyim
Açma pencereni perdeleri çek…

Zeytin ağaçları söğüt gölgesi
Bende çıkar güneş aydınlığa
Bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi
Seni hatırlatıyor her zaman bana
Zeytin ağaçları, söğüt gölgesi

Zambaklar en ıssız yerlerde açar
Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgâr
Işıksız ruhumu sallar da durur
Zambaklar en ıssız yerlerde açar

Ellerin ellerin ve parmakların
Bir nar çiçeğini eziyor gibi
Ellerinden belli oluyor bir kadın
Denizin dibinde geziyor gibi
Ellerin ellerin ve parmakların

Zaman ne de çabuk geçiyor Mona
Saat onikidir söndü lambalar
Uyu da turnalar girsin rüyana
Bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
Zaman ne de çabuk geçiyor Mona

Akşamları gelir incir kuşları
Konar bahçenin incirlerine
Kiminin rengi ak, kimisi sarı
Ah! Beni vursalar bir kuş yerine
Akşamları gelir incir kuşları

Ki ben Mona Roza bulurum seni
İncir kuşlarının bakışlarında
Hayatla doldurur bu boş yelkeni
O masum bakışlar su kenarında
Ki ben Mona Roza bulurum seni

Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza
Henüz dinlemedin benden türküler
Benim aşkım sığmaz öyle her saza
En güzel şarkıyı bir kurşun söyler
Kırgın kırgın bakma yüzüme Roza

Artık inan bana muhacir kızı
Dinle ve kabul et itirafımı
Bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
Alev alev sardı her tarafımı
Artık inan bana muhacir kızı

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak
Meyveler sabırla olgunlaşırmış
Bir gün gözlerimin ta içine bak
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak

Altın bilezikler o kokulu ten
Cevap versin bu kanlı kuş tüyüne
Bir tüy ki can verir bir gülümsesen
Bir tüy ki kapalı gece ve güne
Altın bilezikler o kokulu ten

Mona Roza siyah güller, ak güller
Geyve’nin gülleri ve beyaz yatak
Kanadı kırık kuş merhamet ister
Ah! Senin yüzünden kana batacak!
Mona Roza siyah güller, ak güller

Sezai Karakoç

Bekleyen

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Sen, kaçan bir ürkek ceylânsın dağda,
Ben peşine düşmüş bir canavarım!
İstersen dünyayı çağır imdada;
Sen varsın dünyada, bir de ben varım!

Seni korkutacak geçtiğin yollar,
Arkandan gelecek hep ayak sesim.
Sarıp vücudunu belirsiz kollar,
Enseni yakacak ateş nefesim.

Kimsesiz elinde kış geceleri,
İçin ürperdiği demler beni an!
De ki: “Odur sarsan pencereleri,”
De ki: “Rüzgâr değil odur haykıran!”

Göğsümden havaya kattığım zehir,
Solduracak bir gül gibi ömrünü,
Kaçıp dolaşsan da sen şehir şehir,
Bana kalacaksın yine don günü.

Ölürsün… Kapanır yollar geriye;
Ben mezarla sırdaş olur beklerim.
Varılmaz hayale işaret diye,
Toprağında bir taş olur beklerim…


Necip Fazıl Kısakürek

Beklenen

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Ne hasta bekler sabahı
Ne taze ölüyü mezar
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.

Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?


Necip Fazıl Kısakürek

Mihriban

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban.
Ayrılıktan zor belleme ölümü,
Görmeyince sezilmiyor Mihriban.

“Yâr” deyince, kalem elden düşüyor,
Gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor,
Lâmbamda titreyen alev üşüyor,
Aşk, kâğıda yazılmıyor Mihriban.

Önce naz, sonra söz ve sonra hile...
Sevilen, seveni düşürür dile.
Seneler, asırlar değişse bile,
Eski töre bozulmuyor Mihriban.

Tabiplerde ilâç yoktur yarama!
Aşk deyince ötesini arama.
Her nesnenin bir bitimi var ama;
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban.

Boşa bağlanmamış bülbül, gülüne;
Kar koysan köz olur aşkın külüne.
Şaştım kara bahtın tahammülüne,
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban.

Tarife sığmıyor aşkın anlamı!
Ancak çeken bilir bu derdi, gamı.
Bir kördüğüm baştan sona tamamı;
Çözemedim... Çözülmüyor Mihriban.


Abdurrahim Karakoç

Yenik Serçe

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Yaban
ve asi
dağlara dağılan taylar gibi.
ve yangın
gençliğinin alazında ışıltılı bıçaklar gibi.

Adana’da yollara dizilmiş garlarda,
çığlık çığlığa peronlarda
çocuklar gibiydi gözleri.

/Adı Nevin,
şarap içer, rüzgâr giyerdi geceleyin.../

O, kanadı kırık bir kuştu,
beyaza vurulmuştu;
kimseler görmedi bir başka renk sevdiğini.
Kimseler…
Görmedi kimseler kirlendiğini...

/Adı Nevin,
hüzün kokar ve korkardı geceleyin.../

“Kendini martılarla bir tutma” derdim;
“senin kanatların yok. düşersin,
yorulursun, beni koyup koyup gitme ne olursun!”

O, kanadı kırık bir kuştu,
gülümserken vurulmuştu.
Kimseler görmedi uçtuğunu.
Kimseler…Görmedi kimseler öpüştüğünü...

/Adı Nevin,
özlem tüter ve ç(ağlardı) geceleyin…/

“Işığın” diyordu: Kırılıp düştüğü yerlerden geliyorum;
karanlık kördü ve acımasız...
Ellerimle kırdım ben de kalan kanatlarımı;
kanatlarımı kanatmaktan geliyorum...

O bir yenik serçeydi sıkılınca ağlamaya çıkardı.
Sonra da çift çıkardık; kar yağardı, biz dinlemez, çıkardık!
O kentte bütün sokaklar
biz yan yana yürümeyelim diye dar yapılmıştı,
insanlar dar yapılmıştı, çıkardık!

Kar durmazdı, üşüşürdü saçlarına
ve hep bir şeylere ağlardı o karlı havalarda...
Avurtlarına çarpan kar taneleri,
gözyaşlarının sıcaklığına çarpıp erirdi...
Erirdi... Biz yan yana, yana yana... Yana yana!

O bir yenik serçeydi sıkılınca ağlamaya çıkardı,
ben yürüsem bütün yollar ona çıkardı...

Gitti... Kanatları yüreğimdeydi.
Kalan, elimde minyatür bir kuş şimdi.
Yitirdim o aşkın kimliğini;
h ü k ü m s ü z d ü r...

/Adı Nevin,
ihaneti tutuşturduk bir sabahleyin!/


Yılmaz Odabaşı

Kaldırımlar

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum.

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn-cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.

İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
Üstüme camlarını, hep simsiyah dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.

Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.

Bana düşmez can vermek yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!

Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.

Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.

Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi...


Necip Fazıl Kısakürek

Kaldırımlar

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Her akşam titreyen ayaklarımla,
Dolaştığım ıssız, loş sokaklarımdır.
Saçlarıma düşen ilk aklarımla,
Ömrümün son kışı şakaklarımdır.

İçimdeki sessizlikten de sessiz,
Son yolculuğuma giden adımlar.
Cansız bir ceset misali nefessiz,
Cin gibi bakıyor hin kaldırımlar.

Bitiyor aramızdaki savaşlar!
…Ve kaldırımda süren yolculuğum
“An”dan kısa bir rüyada başlar,
Bir kaldırımda biter mutluluğum.

Süleyman Aras

İsyanlı Sükût

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Gitmişti makama arz-u hâl için,
“Bey” dedi, yutkundu, eğdi başını.
Bir azar yedi ki, oldu o biçim...
“Şey” dedi, yutkundu, eğdi başını.

Kapıdan dört büklüm çıktı dışarı,
Gözler çakmak çakmak, benzi sapsarı...
Bir baktı konağa alttan yukarı,
“Vay” dedi, yutkundu, eğdi başını.

Çekti ayakları kahveye vardı,
Açtı tabakasın, sigara sardı.
Daldı… neden sonra garsonu gördü,
“Çay” dedi, yutkundu, eğdi başını.

İçmedi, masada unuttu çayı.
Kalktı ki, garsona vere parayı,
Uzattı çakmağı ve sigarayı,
“Say” dedi, yutkundu, eğdi başını.

Döndü, gözlerinde bulgur bulgur yaş,
Sandım can evime döktüler ataş.
Sordum: “memleketin neresi gardaş?”
“Köy” dedi, yutkundu, eğdi başını.

Yürüdü, kör-topal çıktı şehirden,
Ağzına küfürler doldu zehirden,
Salladı dilini... vazgeçti birden,
“Oy” dedi, yutkundu, eğdi başını.


Abdurrahim Karakoç

Beşikten Mezara Kadar

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Seni istikbal için önce gelmek cihana,
Ve başkasından almak sonra geliş müjdeni.
Bir nefes dinlenmeden yıllarca koşmak sana,
Aramak her tarafta... Bulmamak asla seni.

Suda, rüzgârda, kuşta senin sedanı duyup
Seni beyaz çiçekli dallar içinde sanmak.
Vuslatın rüyasını görmek üzre uyuyup
Hasretin azabına ermek için uyanmak.

Başka bir şekle koymak her gün güzel yüzünü,
Boyamak gözlerini bir siyah, bir maviye.
Tek seni hayal için süzerek batan günü,
Gece mehtaba dalmak, sen de dalmışsın diye.

Seni anlatmak üzre yazıp her gün bir gazel
Geçirmek ömrü yalnız sana dair eserle.
Saçlarını çözerek hülya dizinde, tel tel,
Bugün güllerle örmek, yarın menekşelerle...

Tesadüf ümidinin bittiği müthiş anda,
Dudağa kanla çizmek yeniden tebessümü.
Seni istikbal için artık öbür cihanda,
Dosta el sallar gibi davet etmek ölümü.


Faruk Nafiz Çamlıbel

Veda

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Elimde sükûtun nabzını dinle.
Dinle de gönlümü alıver gitsin!
Saçlarımdan tutup kör gözlerinle,
Yaşlı gözlerime dalıver gitsin!

Yürü! Gölgen seni uğurlamakta,
Küçülüp küçülüp kaybol ırakta,
Yol tam dönerken arkana bak da,
Köşede bir lahza kalıver gitsin!

Ümidim yılların seline düştü,
Saçının en titrek teline düştü,
Kuru yaprak gibi eline düştü,
İstersen rüzgâra salıver gitsin!


Necip Fazıl Kısakürek

Otuz Beş Yaş

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Yarılamak için yolu, otuz beş şart mı?
Utansam mı çocuk gibi! Anlatmasam…
Yedimde korktuğum kadar,
Korkuyorum diğer yarısını yaşamaktan.
Meğer otuz beş gidermiyormuş;
Yedide yaşanan korkuları.
Daha bir sarsılıyor benliğim,
Çıkarken her basamaktan.
Korkuyorsam, yedimde korktuğum kadar,
Kabahat mi?

Ne sürprizi? Bırakın beni, gideyim.
Otuz beş mumlu pastaya siz üfleyin.
Diz üstü çöküp viran bahçeme,
Elimde ayna şakaklarımı seyredeyim.
Otuz beş yıl önce ölen adama,
‘İyi ki doğdun’ demeyin.
N’olur demeyin.

Meyve vermeden kuruyan ağaç,
Kesilmeli elbet kör bir baltayla!
Hâlbuki bar verseydi gerçekleşirdi amaç,
Kesilmezdi elbet, hem gitmezdi dünyadan,
Ebter ve mutluluğa aç.

Ağaçların dalları gibi şakaklarım.
Dallarım şimdi bembeyaz.
İlkbaharın çiçeklerinden değil lâkin
Sonbaharın sarılığını yaşamaktan…
Hatta bastırıveren zamansız kara kıştan.
Zira erken bastırdı ayaz.
Buz bağladı kalbim gibi şakaklarım…
Üşüdü, dondu, ağardı…
…Ve düştü yapraklarım.

Otuzunda bir ağaç gibi kuruyor muyum?
Değilse ne bu işaretler!
Bembeyaz dallar, dökülen yapraklar…
Çiçek sandığım, buzdan kristaller…
Azrail tarafından parça parça kuşatılıyor vücudum.
Kör baltalar kalkıp indikçe gövdeme,
Hâlâ ayakta duruyor muyum?
Hâlâ ayakta mı duruyorum?

Sürpriz!
Doğum günüm ölüm günüm.
Ölüm günüm doğum günüm.
Otuz beş mumlu pasta,
Son nefesle söndü…
Üzgünüm!

Süleyman Aras

Han Duvarları

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyordum, gurbeti gönlümle duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu'ya.
İlk sevgiye benzeyen ilk acı, ilk ayrılık!
Yüreğimin yaktığı ateşle hava ılık,
Gök sarı, toprak sarı, çıplak ağaçlar sarı...
Arkada zincirlenen yüksek Toros Dağları,
Önde uzun bir kışın soldurduğu etekler,
Sonra dönen, dönerken inleyen tekerlekler...

Ellerim takılırken rüzgârların saçına
Asıldı arabamız bir dağın yamacına.
Her tarafta yükseklik, her tarafta ıssızlık,
Yalnız arabacının dudağında bir ıslık!
Bu ıslıkla uzayan, dönen kıvrılan yollar,
Uykuya varmış gibi görünen yılan yollar
Başını kaldırarak boşluğu dinliyordu.
Gökler bulutlanıyor, rüzgâr serinliyordu.
Serpilmeye başladı bir yağmur ince ince.
Son yokuş noktasından düzlüğe çevrilince
Nihayetsiz bir ova ağarttı benzimizi.
Yollar bir şerit gibi ufka bağladı bizi.
Gurbet beni muttasıl çekiyordu kendine.
Yol, hep yol, daima yol... Bitmiyor düzlük yine.
Ne civarda bir köy var, ne bir evin hayali,
Sonunda ademdir diyor insana yolun hali,
Ara sıra geçiyor bir atlı, iki yayan.
Bozuk düzen taşların üstünde tıkırdayan
Tekerlekler yollara bir şeyler anlatıyor,
Uzun yollar bu sesten silkinerek yatıyor...
Kendimi kaptırarak tekerleğin sesine
Uzanmış kalmışım yaylının şiltesine.

Bir sarsıntı... Uyandım uzun süren uykudan;
Geçiyordu araba yola benzer bir sudan.
Karşıda hisar gibi Niğde yükseliyordu,
Sağ taraftan çıngırak sesleri geliyordu:
Ağır ağır önümden geçti deve kervanı,
Bir kenarda göründü beldenin viran hanı.
Alaca bir karanlık sarmadayken her yeri
Atlarımız çözüldü, girdik handan içeri.
Bir deva bulmak için bağrındaki yaraya
Toplanmıştı garipler şimdi kervansaraya.
Bir noktada birleşmiş vatanın dört bucağı,
Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı.
Bir pırıltı gördü mü gözler hemen dalıyor,
Göğüsler çekilerek nefesler daralıyor.
Şişesi is bağlamış bir lambanın ışığı
Her yüzü çiziyordu bir hüzün kırışığı.
Gitgide birer ayet gibi derinleştiler
Yüzlerdeki çizgiler, gözlerdeki çizgiler...
Yatağımın yanında esmer bir duvar vardı,
Üstünde yazılarla hatlar karışmışlardı;
Fani bir iz bırakmış burda yatmışsa kimler,
Aygın baygın maniler, açık saçık resimler...
Uykuya varmak için bu hazin günde, erken,
Kapanmayan gözlerim duvarlarda gezerken
Birdenbire kıpkızıl birkaç satırla yandı;
Bu dört mısra değil, sanki dört damla kandı.
Ben garip çizgilere uğraşırken baş başa
Rastlamıştım duvarda bir şair arkadaşa;

"On yıl var ayrıyım Kınadağı'ndan
Baba ocağından yar kucağından
Bir çiçek dermeden sevgi bağından
Huduttan hududa atılmışım ben"


Altında da bir tarih: Sekiz mart otuz yedi...
Gözüm imza yerinde başka ad görmedi.
Artık bahtın açıktır, uzun etme, arkadaş!
Ne hudut kaldı bugün, ne askerlik, ne savaş;
Araya gitti diye içlenme baharına,
Huduttan götürdüğün şan yetişir yarına!...
Ertesi gün başladı gün doğmadan yolculuk,
Soğuk bir mart sabahı... Buz tutuyor her soluk.
Ufku tutuşturmadan fecrin ilk alevleri
Arkamızda kalıyor şehrin kenar evleri.
Bulutların ardında gün yanmadan sönüyor,
Höyükler bir dağ gibi uzaktan görünüyor...
Yanımızdan geçiyor ağır ağır kervanlar,
Bir derebeyi gibi kurulmuş eski hanlar.
Biz bu sonsuz yollarda varıyoruz, gitgide,
İki dağ ortasında boğulan bir geçide.
Sıkı bir poyraz beni titretirken içimden
Geçidi atlayınca şaşırdım sevincimden:
Ardımda kalan yerler anlaşırken baharla,
Önümüzdeki arazi örtülü şimdi karla.
Bu geçit sanki yazdan kışı ayırıyordu,
Burada son fırtına son dalı kırıyordu...
Yaylımız tüketirken yolları aynı hızla,
Savrulmaya başladı karlar etrafımızda.
Karlar etrafı beyaz bir karanlığa gömdü;
Kar değil, gökyüzünden yağan beyaz ölümdü...
Gönlümde can verirken köye varmak emeli
Arabacı haykırdı "İşte Araplıbeli!"
Tanrı yardımcı olsun gayrı yolda kalana
Biz menzile vararak atları çektik hana.
Bizden evvel buraya inen üç dört arkadaş
Kurmuştular tutuşan ocağa karşı bağdaş.
Çıtırdayan çalılar dört cana can katıyor,
Kimi haydut, kimi kurt masalı anlatıyor...
Gözlerime çökerken ağır uyku sisleri,
Çiçekliyor duvarı ocağın akisleri.
Bu akisle duvarda çizgiler beliriyor,
Kalbime ateş gibi şu satırlar giriyor;

"Gönlümü çekse de yârin hayali
Aşmaya kudretim yetmez cibali
Yolcuyum bir kuru yaprak misali
Rüzgârın önüne katılmışım ben"


Sabahleyin gökyüzü parlak, ufuk açıktı,
Güneşli bir havada yaylımız yola çıktı...
Bu gurbetten gurbete giden yolun üstünde
Ben üç mevsim değişmiş görüyordum üç günde.
Uzun bir yolculuktan sonra İncesu'daydık,
Bir handa, yorgun argın, tatlı bir uykudaydık.
Gün doğarken bir ölüm rüyasıyla uyandım,
Başucumda gördüğüm şu satırlarla yandım!

"Garibim namıma Kerem diyorlar
Aslı'mı el almış haram diyorlar
Hastayım derdime verem diyorlar
Maraşlı Şeyhoğlu Satılmış'ım ben"


Bir kitabe kokusu duyuluyor yazında,
Korkarım, yaya kaldın bu gurbet çıkmazında.
Ey Maraşlı Şeyhoğlu, evliyalar adağı!
Bahtına lanet olsun aşmadınsa bu dağı!
Az değildir, varmadan senin gibi yurduna,
Post verenler yabanın hayduduna kurduna!..
Arabamız tutarken Erciyes'in yolunu:
"Hancı dedim, bildin mi Maraşlı Şeyhoğlu'nu?"
Gözleri uzun uzun burkuldu kaldı bende,
Dedi: "Hana sağ indi, ölü çıktı geçende!"

Yaşaran gözlerimde her şey artık değişti,
Bizim garip Şeyhoğlu buradan geçmemişti...
Gönlümü Maraşlı'nın yaktı kara haberi.
Aradan yıllar geçti işte o günden beri
Ne zaman yolda bir han rastlasam irkilirim,
Çünkü sizde gizlenen dertleri ben bilirim.
Ey köyleri hududa bağlayan yaşlı yollar,
Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar!
Ey garip çizgilerle dolu han duvarları,
Ey hanların gönlümü sızlatan duvarları!..


Faruk Nafiz Çamlıbel

Ervah-ı Ezelde

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Ervah-ı ezelde levh-i kalemde,
Şu benim bahtımı kara yazmışlar.
Bilirim güldürmez devr-i âlemde,
Bir günümü yüz bin zara yazmışlar.

Arif bilir aşk ehlinin halini,
Kaldırır gönlünden kil ü kâlini,
Herkes dosta yazmış arzuhalini,
Benimkini ürüzgara yazmışlar.

Olaydı dünyada ikbalim yaver,
El etsem sevdiğim acep kim ne der?
Bilmem tecelli mi yoksa ki kader;
Beni bir vefasız yâre yazmışlar.

Nedir bu sevdanın nihayetinde?
Yâdlar gezer yârin vilayetinde!
Herkes diyarında muhabbetinde,
Bilmem bizi ne civara yazdılar.

Döner mi kavlinden sıdk-ı sadıklar?
Dost ile dost olur bağrı yanıklar.
Aşk kaydına geçti bunca âşıklar,
Sümmani’yi derkenara yazmışlar.


Âşık Sümmani

Başlıksız

Ekleyen: Süleyman Aras / Şair

Bildim: Her seven sevilemez!
Birini, birçokları sever;
Bir sevilen birçok sevene,
İmkânsızdır, ‘evet’ diyemez.

Süleyman Aras

Editör Hakkında

Ekleyen: Süleyman Aras /

1974 yılında Erzurum’un İspir ilçesine bağlı (şimdi Pazaryolu ilçesine bağlı) Cevizlidere Köyü’nde doğdum. Bir yıl devletten gizlenerek yaşadıktan sonra 1975 yılında nüfusa kaydedildim. Bu yüzdendir ki, doğum gününü tam bilmeyen ve dolayısıyla kimliğindeki tarihe göre doğum günü kutlayanlar arasında yer almaktayım.

İlkokulu köyümde bitirdikten sonra birkaç yıllık bir Kur’an Kursu hayatını müteakip lise eğitimini İspir’de, üniversiteyi ise Çanakkale’de bitirdim.

Şimdilik bir müzik-yapım ve organizasyon firmasında Üretim ve Pazarlama Sorumlusu olarak çalışmaktayım.

İş dışındaki zamanlarımı genellikle bloglarıma (Bu Köyün Yabancısı Blog -artık "Eski Kafa!" adını aldı-, Sihirli Dizeler, Orada Bir Köy Var Uzakta: Cevizlidere…) ve şiirlerime ayırıyorum.

Dünyada olan-biteni, insan unsurunun ve post-modernitenin geldiği noktayı anlamakta güçlük çeken ve kendisini yabancı olarak gören biri olarak Eski Kafa! isimli blogumdaki yazı üslubumun sert olduğu söylenebilir. Kendi şiirlerim ve seçtiğim şiirler bunun tam tersidir. Belki bir denge arayışından dolayı bu blogu açmış ve kendimi şiirle sakinleştirmek istemiş olabilirim.
Saygılar...

Süleyman S. Aras

Blog Hakkında

Ekleyen: Süleyman Aras /

Dizelerinin sihrine, büyüsüne, güzelliğine kapıldığım şiirlerin arşivi... Buradaki şiirler asla sıradan şiirler değildir ve eğer şiirler ve şairler üzerine ödeviniz varsa veya araştırma yapıyorsanız veya bütün şairlerin bütün şiirlerini arıyorsanız aradığınız burada olmayabilir. Benimle hüzünlenmek isteyenlerse kalabilir.

Eklemek isterim ki, Sihirli Dizeler isimli şiir blogumuzun müdavimi olsanız da bir daha blogumuza uğramasanız da şunu asla unutmayın: Ya şiir yazan olun ya şiir okuyan olun... Eğer ikisini birlikte yapabiliyorsanız bunun keyfini sürün.

İyi okumalar...

Süleyman S. Aras

İletişim:

Ekleyen: Süleyman Aras /

Sihirli Dizeler bloguyla ilgili her türlü;

bilgi,

öneri,

istek,

şikayet,

şiir önerisi

vb. konularda bizimle iletişime geçmek için aşağıdaki e-posta adresini kullanabilirsiniz: